26 Kasım 2010 Cuma

Hristiyanlık ve Tüketim; "Rakip Kardeşlerin” Hâkimiyet Kavgası



Sınırsız ihtiyaçların kıt kaynaklara uyarlanması sanatı “İktisat”. Sınırsız ihtiyaçlarımızın kıt paralara rağmen temin edebilmemizi sağlayan sistem ise; “Kapitalizm”. Paranoyakça düşünülürse, iktisat tanımını yapanların hepsinin kapitalist olduğu ortaya çıkar. Gariptir, çünkü sınırsız ihtiyaçlarımız olmadığını düşünen bir grup insan vardır. Temel olarak, bütün canlıların temel ihtiyaçları; barınma, karnını doyurma ve üreme. Arkamızda şekillenen farklı bir ekonomi ve ihtiyaç tablosu var. Zamanla yarışan dünya da işimizi hızlandıran argümanlar var. Küreselleşme ile beraberinde gelen ticari ilişkilerden kültür alıntıları var. Kaybolan savaşlardan bize kalan tek tipleştirme. Şirketlerin kurumsallık zırvalamalarıyla yarattığı büro personelleri, çoğunun takım elbise giydiğini düşünürsek. İsteklerin her zaman aynı olduğu topluluklar yeni yaratılan alt kültürler, sıkıcı bulsak da bunların her gün medyada bize tanıtılması, kadın vücudu kullanılarak eşyaların aklımızdaki imgelerinin değiştirilmesi, artık o eşyayı aldığımızda eksikliğimizi tamamlamak değil de bizi sınıf atlatmak için bir tramboline dönüşmesi garip ve düşündürücü. Bunların nedenleri burada açıklanamayacak kadar uzun ve çetrefilli. Tamda bu noktada benim yapmaya çalışacağım, bu kadar uzun ve çetrefil olan bir konuya farklı bir açıdan bakmaya çalışmaktır.
Kapitalizm de, Protestanlığın öncü rol oynadığını söyleyen Max Weber, İngiltere’de püriten ahlakın birikime neden olduğunu ve bundan sonra ahlakın sağladığı faydayı kullanıp zenginleştiğini dile getirir kısaca. Fani dünya alışkanlıklarından arındırılmış sadece çalışmanın ve Pazar günleri kiliseye gitmenin ibadet sayıldığı bir ahlaktan bahsediyorum tabiî ki. Yani tüketimin en aza indirildiği paranın sadece birikim için kazanıldığı bir ahlaktan.
Dönem dönem kendini yenileme ihtiyacı hisseden kapitalizm yanında bayrak tutan taraftarlarını da yenileme ihtiyacı duymuştur. Ahlak anlayışlarını değiştirmesi gereken bir Hıristiyan kesim vardır. Artık tüketime o kadar da sert bir duruş sergilemeyen Hristiyanlar yaratılmıştır. Hatta kutsal kitaptan alıntılar yaparak bunlara inandırılmıştır. Yani yine değiştirilen ahlakda, en büyük kaynakça İncil olmuştur.
Çocukluk dönemlerimde kiliseye sıkça giden bir hristiyandım. Din derslerine katılır Pazar ayinlerini kaçırmaz hatta arada yapılan tespih dualarında papazın yardımcısı olarak görev bile almışlığım olurdu. O zamanlarda çocuklara sorulan en sık soru tanrıdan ne istiyorsunuz sorusuydu. Çünkü tanrıya sürekli dua ederseniz o size istediğinizi verecekti ve bunu bizlere “Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır”( Luka 11:7 ) ayeti ile de açıklıyorlardı. Usanmayın durmayın sürekli dua edin tanrı size istediklerinizi mutlaka verecektir derlerdi. Tabi artık değişen düzende istediklerimiz belli bir eşya veya sadece para ile satın alınan şeylerden oluştuğu için. Her zaman daha fazla para isterdik.
Daha fazla para istediğimiz zamanlara denk geldi AVM’ler de nedense. Boş zamanlarımızda geldiğimiz, eğlendiğimiz, alışveriş yapıp filmimizi izledikten sonra yenilen yemeğin içilen bir kutu kolanın akabinde çıkarılan gaz kadar haz vermese gerek diğer fani dünya alışkanlıkları.
İnsanoğlunun aslında en büyük sıkıntısı zaman ve bunu unutturmaya savaş açmış alışveriş merkezleri. Cephenin taraflarından kazanan tabiî ki alışveriş merkezleri. Her katı farklı bir estantene her katı farklı bir zaman ve dünya. Biraz panayır, biraz mahallemizdeki pazar, sokak hamamlarımız, siyasetin konuşulduğu berberlerimiz ve apartmanın altındaki bakkal efendi. Bu kadar aslında özlemini çektiğimiz yerlere ulaşmanın basit, kolay ve rahat olması hazzın misli misli katlanmasına neden oluyor. Gariptir ki özgürlüğümüzde birlikte mislileşiyor. Farklı ürün seçenekleri tarzlarımızı kültürlerimizi yaratan tüketim, oralarda vücut bulup bizi biraz ehlileştirip birazcıkta hırçınlaştırmaya devam ediyor. Arzuladığımız özlemini çektiğimiz “argümanlar orada ve ulaşılmaz değil” mesajı veriyor. Binbirgece masallarında geçen ecinnilerin etrafımızda dolaşıp ( Billboardlar ) bize güzel haberler vermesine çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde 112’yi arayıp yardım dileyensimiz var. “Beni güçlü ağır ve oturaklı bir erkek yap veya güzel zor beğenen ayrıca bir o kadar bağımsız bir kadın yap. Kendimi özel hissetmem lazım. Locadan film izler gibi kıyafetlerin önümde sıralanması lazım. “Tanrım beni baştan yarat” diyesiniz geliyor bu aşamadan sonra.
Eksik bir şeyler var diyesiniz geliyor burada. Burada bir mabet, bir tapınak. Şehirde olupta alışveriş merkezlerinde olmayan tek şey; kilise, cami veya sinagog. Görünmez el zaten görevini tam anlamıyla yapıyor. Burada farkındalığı yaratmakta zorlanıyoruz. Bizim arzularımız var ve arzularımızı mesaj atabilecek bir evren. Evrenden mesaja ne zaman cevap gelir bilinmez ama birgün gelecektir. Birgün o üstü açık tek kapılı arabaya sahip olacağım.
Baktık ki tanrı buradan sonra oyundan saf dışı edilmiş veya kırmızı kartı görmüş yerini enerji ve evren, bilinç ve farkındalık gibi kavramlar almıştı. Sistemin bize aynı kültürleri yenileyip tekrar tekrar sunması gibi Hristiyanlığın yenilenip bize tekrar sunulması gibi hissetmiştim. Neo – idealist felsefe ortaya atılmıştı. İnsanlar artık bir bütün olarak bunlara inanıyorlardı. Hristiyanlıktan daha geniş kesimlere ulaşmıştı. Çünkü bir din değildi, sınırlandırılmamıştı. Evrene mesajın varsa bunu yolla bunun için çalış ve zamanı geldiğinde evren sana istediğini verecektir. Bunun üzerine kitaplar yazıldı, satış rekorları kırdı. Gerçekten buna inanan ünlüler medyada yerlerini aldı. Hatta bu felsefe bilim ile de kanıtlanmaya çalışıldı. Quantum bile işin içine girdi. Panayırlardan ve pazarlardan bugüne gelen alışveriş merkezleri gibi artık Hristiyanlığın da bugüne gelen şekli bize aynen bu şekilde yansımaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder